19 Şubat 2012 Pazar

hayat

Herkes düşünür hayat üzerine.
Herkesin öyle ya da böyle bir fikri vardır.
Yıldan yıla değişiklik de gösterir. Her zaman aynı fikirde olamaz ki insan.


 Geçen yıldan beri kendimi havuç peşinde koşan eşek gibi hissediyorum. Koşuyorum... Nereye koştuğumu biliyorsam ne olayım? Eşek olmuşum daha ne olacağım? Aşağılama olarak kullanmıyorum eşeği... tam tersine.
akıllıdır, inatçıdır, sağlamdır! Bildiğinden şaşmamak için inat eder, o yüzden de hırpalanır garibim.

En kestirme yolu eşek bilirmiş. Bir köyden diğerine yol açmak gerektiğinde eşeği diğer köye götürür serbest bırakırlar ve eve dönüş yolunu izleyip en makul, en kısa yolu yaparlarmış... Ama daha önceden insan denen yaratık bir yol yaptıysa, öldür Allah o kısa yola ikna edemez sahibini...

Yüküne gıkı çıkmaz, ama dingil sahibinin geç diye tutturduğu köprünün o yükü taşımayacağını bilip inat eder! Öldür Allah kıpırdamaz yerinden. Yükünü indirseniz geçer. Yani insandan daha akıllı. Çünkü sezgilerini kullanıyor. Ama insanoğlunun da akıllı olduğu yerler var tabii... Etrafını görmesini engelleyip "at gözlüğü" denen aleti taktığında, hep düz gittiğini sanıp değirmene de bağlanır ve habire yürür. Çok yol aldığını zannedip habire yürür... Bir çemberin etrafında yürür durur... Şu an benim yaptığım gibi... Habire yürüyorum... Hayat duranı sevmez. Azıcık duraksar, bakarsın, dinlenirsin ama donup kalamazsın. Yürümek ve çalışmak lazım... Ben de öyle yapıyorum ama... Ne için? Bunun cevabını da bulamadım.

Sonuç alınmayan çalışma insanı çok yoruyor. Çünkü hep başkalarının gösterdiği yoldan gitmek zorundayım. o yol uzun ve sıkıcı... Ama onlar orda... Ben de onlara çalışıyorum. onlar ne yapıyorlar? Önüme havuç uzatıyorlar.

Ben de bir sevinç! Sonunda başarıyorum galiba sevinci! Bunun adı saflık mıdır? Yoksa salaklık mı?

Bugünlerde bu sorunun cevabını arıyorum. Ama bu arada çalışmaya da devam ediyorum. Soluk almayı unutana kadar da cevap aramaya ve çalışmaya devam edeceğim sanırım.

6 Kasım 2011 Pazar

hayat bir çember mi?

Habire içinde dönüp duruyor muyuz?

İnsan geçmişe ve bugüne baktığında hep aynı sorunlarla uğraştığını görüyorsa, kendini dar bir çemberin içinde hissediyor.

Bugün malum, ama geçmişe bakmanın en iyi yolu eski günlükleri karıştırmak. A, işte ordasın! Bildik sorunlar, bildik sıkıntılar, bildik çaresizlik, bildik umutsuzluk ve bildik kaçma isteği...

Hadi dürüst olalım. Bugün asla dün gibi değil.

Dün çektiğin sıkıntı ve çıkışın geldiği an, umutlarını tazeledi. Ve bugüne aktardın o bilgiyi. İşler düzelir diyorsun, yok canım o kadar da çaresiz değilim diyorsun... Dün boş durmamıştın, bugün de boş durmuyorsun... Yani umutların, çaban aynı yoğunlukta devam ediyor. Nedense ödüllendirilmeyi bekliyorsun. Peki niye içinde "bu kez farklı" diyen bir ses var? O ses mi sana "hadi herşeyi siktir et! Çek git!" diyor? "Çok oyalandın buralarda, kimsenin aldırdığı falan yok, kimse eksikliğini hissetmez, hadi topla tası tarağı... yok, bırak tası tarağı... çek git!" kimse tasını tarağını götürmüyor.

Gidilmiyor. Ha, deyince gidilmiyor işte!

Neden? Korkaklık, umut, boşvermişlik, utanma, beceriksizlik, gereksiz sorumluluk, gereksiz kendine önem verme... bir sürü neden bulunur. Tek geçerli neden, alışkanlık.

Bu hayatı bildiğimiz gibi çekiştirmeye, sürüklemeye alışmışsın işte. Bırakamıyorsun. Çemberin içinde o yandan bu yana çarpa çarpa yaşamaya devam ediyorsun. Kesici bir tarafa denk gelirsen, yaranla beraber hızla diğer tarafa yuvarlanıyorsun, yumuşak bir yerde biraz dinlenip yine tırmanmaya devam ediyorsun... Tırmanma? evet, bu çember aslında bir spiral... bugün yaşadığın dün yaşadığına benzemiyor tam olarak... bu gün önceki günün kopyası değil. Benzeri, ama kopyası değil. Hayat bir ders ve sınav diyorlar ya... Ne menem bir dersse ezberi yok. Ne kadar aldıysan bilgiyi o kadarını kullanıp bir üst daireye yollanıyorsun... arası kısa ise dairelerin, anında benzer sıkıntıları yine önünde buluyorsun. Temcit pilavı dedikleri cinsten... Ama bu kez pilava biraz tuz katılmış oluyor, belki biraz karabiber... ya da o sırada öğrendiklerinle eline karabiber tutuşturup diğer çembere yollanıyorsun. Hah, biraz daha yenebilir cinsten bir yemeğin var, ama, yine aynı yemek işte. İçin şişmiş durumda... E nereye kadar be kardeşim?

Ders dediğin şeyi bir öğretmen verir. Hani öğretmen vardı da  biz mi sallamadık hazreti?
Herkes kendi aklınca yaşıyor işte... Aklı kıt verdiysen ben ne halt edeyim? Bu akılla yırtmanın yolunu göstersene!

Bugün kurban bayramının birinci günüydü... bugün havada herkesin kokladığı ama algılayamadığı kan kokusu vardı. Bugün insanlar, günahları için bedel olarak kan döktü, bugün insanlar daha iyi bir hayat istedikleri için bedel verdi, bugün insanlar tanrı tarafından sevilmek için kanla sözleşme yaptı. Yıllar boyu kan kokusunu duyup algılamadığımı, kan kokusuna inanılmaz tepki veren bir varlıkla sokaklarda yürürken anladım. Onun doğasına uygun heyecanı benim tedirginliğim oldu. Neden sorusu takıldı aklıma. Neden? Bu siktiğimin laçkası çıkmış hayat için neden bu kadar kan dökülür? Neden bu kadar acı çekilir? Neden bu kadar korkulur?

Herkesin istediği insan gibi bir hayatsa, neden herkes kapısının önünü süpürmez? Neden bok götürür ortalığı? Neden insanların çoğu bok kafalı? O bok kafalılara karşı çıkmayan bir yığın sünepe yüzünden "düzen" düzmeye devam ederken, neden başka varlıklar kanını akıtmak zorunda?

Bunlar dünün de sorularıydı. Bugün de soruldu. Yarın da sorulacak.

Cevap mı? Bulan varsa bi zahmet anlatsın.

O güne dek hayat denen alışkanlığı, bu uyuşturucuyu, kimi zaman pembe bulutlar içinde, kimi zaman kabuslarla,  çoğu zaman sersem bir kafayla sürükleyip götüreceğiz işte!

herkesin uyuşturucusu kendine... benimki hayvanlar, kitaplar, yazmak ve görmek!

bırakıp gitme zamanı geldiğinde, yanıma bir tek "görmek'i alacağım. Ebeminki için...

31 Temmuz 2011 Pazar

gerçekleşmemiş dilekler galerisine düştü yolum...

Çekmeceleri karıştırırken rastladım. Bissürüydüler... Üçer beşer kez... ya da belki daha çok aynı şeyleri dilemişim... Değişmemişler... Hala istiyorum. Hala elde edemedim. Gerçekleşmemiş dileklere rağmen hayat devam ediyor. onlar istenmişliği ve reddedilmişlikleriyle bir köşede bekliyorlar... Ama ben onlarsız da yaşamaya devam ediyorum. Olmayacak şeyler mi istedim? Yoksa onlar için kılımı mı kıpırdatmadım? Bilseydim zaten gerçekleşmiş dilek olurlardı. Ya da dilek olmaktan çıkıp amaç olurdu. Dilemek mi önemlidir, istemek mi? Buna kafam takıldı. Aklımın, kalbimin bir ucuyla istediklerim, hiç beklenmedik bir biçimde oluverdi. Oluyor... sonrasında "zamansız mı istedim?" diye şaşıp kalıyorsun... Dilek, ulaşılması imkansız düş anlamına mı geliyor? İstekse, "ihtiyacım var!" çağrısı mı? Evet... bu kelime oyunu falan değil... İstemek ve dilemek arasındaki keskin uçurum... Kuyuya para, taş falan atmak, ağaca çaput bağlamak gibi bir şey dilek... Ama istek net! istekler dilek gibi dile getirilmemeli... ne demekse... çözdüğümde gizemli bir sırrı da çözmüş gibi mi hissedeceğim kendimi... Sırları çözmek insanı korkutur. bilinmeyeni seviyoruz galiba... o yüzden mucizelere düşkünüz... Birden, sürpriz, mucize! şaş-kal! Sevin! Sonra istemeyi ve dilemeyi unut... ta ki yeniden hatırlayana kadar... yeni bir mucizeye kadar... Basitmiş meğersem... bu kadar basit olanı unutup sürüm sürüm sürünmek daha mı iyi? Basit olduğu için inanmıyormuşuz meğersem... salaklık hangisi? basit olduğunu kabul etmek mi? basit olduğunu unutmak mı? hayat insanın kendisiyle dalga geçtiği bir yer! İşin en basit ve güzel tarafı da suçu hep başkalarına atmak! Ya da mutsuz olmanın yolunu bulmak... Bütün dileklerimiz gerçekleşseydi, kesinlikle mutsuz olurduk... Düşün, bir kızı seviyorsun, beni sevsin diyorsun... ama o kız da başka birini seviyor, sen diledin diye seni de seviyor... Ama o da diğer oğlanın onu sevmesini dilemiş... herkes birbirini seviyor... Aaa! ne zor! sevgiyi paylaşacaksın! Yok,  yemezler! değil mi? Egomuz sağlam... tek ben, başkası yok! Dileklerin gerçekleşmemesi  için sağlam bir neden buldum galiba... Şimdiki, günümüz, genel geçer aklımızla, dünyaya ait aklımızla bu böyle... Dileklerim gerçekleşseydi şimdi ben nerde ve nasıl olurdum? Başka birinin hayatını yaşıyor gibi olurdum herhalde... Şimdi olduğum yerden bakınca... o hayatı düşleyemiyorum ki? Düşleyemediğin bir hayatı nasıl dilersin? Bugüne bakıp, işte olmam gereken yerdeyim diyorsun... Nerden biliyorsun? Belki sadece seçimlerinin sonucunu yaşıyorsundur... Paralel evrenlerde belki  dileklerin gerçekleşti... o evrene geçmenin bir yolu var mı? Buna cevap vermez işte! Habire çomak sokar aklın birşeylere... bunu kurcalamaya devam edeceğim galiba... hoşuma gitti...

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Monoloğun yararları...

istediğin zaman susabilmek... ve istediğin zaman sayıklamaya devam etmek... Beyindeki çekmeceleri karıştırmanın keyfini yaşar insan kendi kendine... Soru sormanın keyfi, kendini şaşırtmanın keyfi, tersten bakmanın keyfi... hiç görememenin keyfi... gözünün ucuyla gördüğün ışığı yakalamak için aniden dönüp bakınca kaçırmanın tatsızlığı... Bir sonrakinde daha hızlı olma hazırlığı... boşver bırak... gözünün ucuyla gör... orda işte... tanımlamak zorunda mısın? neden hep görmek zorunda insan? bil yeter... orda işte. Gördüğünde, bildiğine inanacak mısın? Ya da kendinden kuşkuya mı düşeceksin? neden görmeyeyim? çok eğlenceli olabilir! sıkılınca çekmeceyi kapatıverirsin... sonra açmak üzere...

25 Haziran 2011 Cumartesi

olamayan sistemin çöküşü

1-      Hiç siz dört duvar arasındayken
ruhunuz göç etti mi?
2-      Siz hiç;
 neyi yitirdiğinizi unuttunuz mu?
3-      ya da neyi bulduğunuzu?
4-      Siz hiç,
uçurumdan düştünüz mü?
5-      uçurumun dibinde oturup 
düşüşünüzü izlediniz mi?
6-      Siz hiç öldünüz mü?
7-      kimsesiz gömüldünüz mü?
8-      ağıtsız, buhursuz, duasız...
9-      toprakta "sır" oldunuz mu?
10-  öyleyse siz, peynirsiniz
11-  yalnızsınız...
12-  Yalnızın aynası olmaz
13-  Siz hiç bulut oldunuz mu, yağmursuz?
14-  topraksız köstebek
15-  çığlıksız kuzgun
16-  Siz hiç kanadınız mı, yarasız?
17-  Masum muydu katiliniz?
18-  Karanfilsiz miydiniz?
19-  Karanfil siz miydiniz?
20-  Öyleyse siz yara-layan-sınız.
21-  neden gün "ortalanır" 
gece "yarılanır"?
22-  Ve neden insanın içi hep "yarım"dır?
23-  insanı ne tamamlar?
24-  sorular mı?
25-  Peşine düşülen cevaplar mı?
26-  Ya cevapsızsak?
27-  Ya cevap bizsek?
28-  Cevap; varolmaksa...
29-  Beceremediğimiz, anlamağımız sadece varolmaksa?
30-  Ya cevabı hiç bulamazsak?
31-  Eee ne olmuş? Kapa gözünü siktir git işte! Bi bok bulmak için geldiğini nerden çıkardın?.
32-  31
33-  kendini "matah" kılmaya çalışan minicik atomlarız. Başka bir "matah"ı kabul edemediği için çarpışan... Ve herşeyi bok eden!
34-  Ya gerçekten öyleysek? Matah bi boksak! Bütün senaryo bunu bilebilmek üzerine kurulmuşsa?
35-  bütün bu soruları başlatan yasak meyve mi?
36-   hepsi yalan mı? yoksa hepsi yalan mı?

24 Mayıs 2011 Salı

11 Nisan 2011 Pazartesi

33

Ya gerçekten öyleysek? Matah bi boksak! Bütün senaryo bunu bilebilmek üzerine kurulmuşsa?